Çocuğa Yapılan En Büyük İhanet !

Dilimiz her zaman “Önce sağlık, huzur ve mutluluk” dese de ister kabul edelim ister etmeyelim gönlümüz hep “Meslek, iş, aş, para ve gelecek” demiştir.

Çocuklarımıza bu durumu öyle aşılıyoruz ki onlar daha okula başlar başlamaz kendilerini adeta bir yarış pistinde buluyorlar.

Çocukların tek bildiği kavramlar; Deneme sınavı, ödev, doğru, yanlış, derece, yüzdelik dilim, LGS, TYT, AYT…

Tanıştırılmadıkları için bilmedikleri kavramlar; Mutluluk, resim, şarkı, oyun, hayal, sevinç, üzüntü, gözyaşı, empati, zorluklarla mücadele…

Çocuğa en büyük ihanet nedir biliyor musunuz? “Ben hayatın tüm zorluklarını yaşadım. Onlar yaşamasın!” anlayışıdır.

Osmanlı İmparatorluğunda şehzadeler bile böyle bir abartı yaşam görmemişlerdir.

Çocuk üzülmeyecek, ağlatılmayacak, ağlatanın ya da üzenin ocağına incir ağacı dikilecek.

Çocuk çanta bile taşımayacak. Gerekirse sınıfa kadar çanta anne baba tarafından taşınacak. Onun kılı bile yorulmayacak.

Çocuk okula dolmuş, otobüs ya da yürüyerek gitmeyecek. Servis sokağa değil evin önüne kadar gelip alacak.

Çocuk 1 isterse 10 alınacak. O asla üzülmeyecek.

Ergenlik, karakterin kadere dönüştüğü yaştır. Ergenlik öncesi beyin, yaşadığı zorluklarla mücadeleyi öğrenir. Empatiyi, vicdanı, merhameti, güzel ahlakı öğrenir. Mutluluğu öğrenir. Kısaca ham iken pişip yanmayı öğrenir.

Ergenlik sonrası beyin ham kaldı ise o beyin artık çiğdir. Bırakın yanmayı pişmez bile artık…

Bu durumu yaşanmışlıklarla pekiştirmek daha doğru olacak sanırım.

Sağ beyin gelişimi üzerine İstanbul’da verdiğim bir seminer sonrası “Hocam sizle görüşebilir miyim?” diyen orta yaşlarda bir hanım yaklaştı. “Buyrun!” dememle birlikte gözlerinden çeşme misali yaşlar akmaya başladı. Kendisini biraz sakinleştirmeye çalışsak da başarılı olduğumuz söylenemezdi.

Bu bayan bir anne idi ve derdi o kadar büyüktü ki üzülmemek elde değildi. Sözler ağzından hep ağır yaralı ve koma şeklinde çıkıyordu.

“Hocam, seminerinizi baştan sona kadar dinledim. Siz hep ergenlik öncesinden bahsettiniz. Anne, baba, öğretmenlerin yaptığı hatalardan bahsettiniz. Biz o hataların en büyüğünü yaptık. Şimdi onların cezasını çok ama çok acı çekiyoruz.

Oğlum doğuştan çok zeki bir çocuktu. Okuma yazmayı 4 yaşında kendi kendine öğrendi. Biz onu en iyi okullara gönderdik. Her isteğini yerine getirdik. Ne istedi ise mislisi ile aldık. En iyi özel hocaları tuttuk. Gece gündüz ders çalıştı. Deneme sınavlarında hep ilk üçte idi. Yaz tatilleri bile elinden test kitapları düşmezdi.

Üniversite sınavında Türkiye’de ilk 50’ye girerek hayalindeki tıp fakültesine girdi.

Tüm zorluklar bitti derken asıl zorlukların yeni başladığını üniversite ikinci sınıfta öğrendik. Oğlum büyük boşluğa düştü. ‘Hayattan zevk almıyorum artık..’ deyip intihara kalkıştı ve bunu 2 defa daha denedi. Diken üstündeyiz. Her an bir şey olacak diye ödümüz kopuyor.

Sizin seminerinizi dinledikçe kahroldum. Biz çocuğumuza zorluklarla mücadeleyi öğretmedik. Resim yaptırmadık. Şarkı söyletmedik. Hayattan zevk almayı öğretmedik. Hayal kurdurmadık ve mutlu olmayı öğretmedik. Kabul ediyorum. Bu vebal önce benle eşimin daha sonra öğretmenlerin. Allah’ım affetsin bizi. Biz çocuğumuzun kaderini kendi elimizle çizdik ve mahvettik.

Keşke, keşke, keşke oğlum tıp fakültesine gideceğine sanayiye gitseydi. Sanayide çırak olup eli yüzü kapkara olsaydı. Üstü başı yağ koksaydı ama eve mutlu gelseydi…”

İnsan mutluluk yolunun kıymetini mutsuzluk yolunda yürümekle öğreniyor maalesef.

Cenab-ı Hak bu annenin yar ve yardımcısı olsun inşallah.

Yaşanmış bu olaydan umarım anne, baba ve meslektaşlarım birazcık ders çıkarırlar.

Çocuğun kaderinde yazılan rızk ve mesleğe kimse ama hiç kimse engel olamaz. Lütfen bunu unutmayalım. Ayrıca söylemekten hiçbir zaman bıkmayacağım şu sözün de her zaman arkasındayım “Ergenlik öncesi ders, ödev ve testlerin meslek kazanımına katkısı sıfır oğlu sıfırdır.”

Çocuğunuza gereksiz bilgileri değil hayatı, zorluklarla mücadeleyi, vicdanı, merhameti ve mutlu olmayı öğretin. Merak etmeyin gerisi çorap söküğü gibi gelecektir.

Bırakın çocuğunuz kendi kaderini kendisi çizsin. Emin olun ki onun çizdiği kader hem sizi hem kendisini ömür boyu mutlu kılacaktır.

Can Simidi; Duygusal Zekâ (EQ)

Dünyayı yöneten ve yön veren insanlar IQ’su yüksek olanlar değil, EQ’su yüksek olan insanlardır.

Peki nedir bu IQ, EQ ?

IQ; mantıksal zekâdır. Tüm özellikleri doğuştan yüklenmiş ve beynin sol kısmı ile ilgilidir. Genel anlamda sol beyin zekâsıdır. EQ; duygusal zekâdır. Beynimizin sağ kısmı ile ilgilidir.

Sosyal iletişim, özgüven, yaşama sevinci, mutluluk, empati EQ’nun en karakteristik özellikleridir.

Genel anlamda sağ beyin zekâsıdır. Bir de SQ kavramı vardır. SQ; ruhsal zekâdır. IQ ve EQ değerlerinin toplamıdır.

İnsan psikolojisi  SQ değerleri ile ilgilidir. SQ değerini dengeleyen ve geliştiren EQ yani sağ beyin zekâsıdır.

Değer olarak içinde olduğu kabul edilse de IQ’nun, ruhsal zekâ gelişimine katkısı çok fazla değildir. IQ değeri yüksek olan üstün zekâlı insanların başarılı olabilmeleri ve toplum nezdinde üstün faydalar gösterebilmeleri için EQ ve SQ seviyelerinin IQ ile dengeli olması gerekmektedir.

Ülkemizde IQ seviyesi yüksek olan üstün zekâlı insanlarda daha sık görülen psikolojik sorunlar ve yaşam zorlukları, bahsettiğimiz EQ ve SQ değerlerinin IQ ile dengeli olmamasından kaynaklıdır.

IQ seviyesi düşük olanların, yüksek olanlardan daha mutlu olmasının temel sebebi; yine EQ ve SQ değerierinin yüksek ve IQ değerlerine çok yakın olmasındandır. EQ ve SQ değerinin yükselmesi ancak sağ beyin gelişimi ile mümkündür. Sağ beyin gelişimi ergenlik kavramı ile doğrudan ilgilidir.

Ergenlik döneminin bitmiş olması, sağ beyin gelişiminin de sona ermiş olması anlamına gelmektedir. IQ; akademik başarı, EQ; hayat başarısıdır.

Ülkemiz eğitimi IQ temelli bir eğitim sistemidir. IQ, bir binanın kat sayısıdır. Normal zekâya sahip insanlar; tek katlı binalara, üstün zekâlı insanlar; yüksek katlı gökdelenlere benzerler.

EQ ve SQ ise “O bina ve gökdelenler içinde yaşanan huzur ve mutluluktur.” Gökdelenlerin gösterişi ne kadar fazla , fiyatı ne kadar yüksek olsa da içinde mutluluk ve huzur yaşanmıyor ise, o gökdelenler görünüşte güzel özde çirkindirler.

Gecekondu ve tek katlı evler, dışarıdan ne kadar harap ve çirkin görünseler de eğer içlerinde yaşanıyorsa huzur ve mutluluk, o binalar en gösterişli ve en güzel evlerdir.

Ülkemizde maalesef binaların gösterişine önem verilmekte, huzur ve mutluluklar ihmal edilmektedir ki bu sebeple IQ seviyesi yüksek olan üstün zekâlı insanlar, normal insanlara göre daha fazla sorunlar yaşamaktadırlar.

Bunun sebebi; ergenlik dönem öncesi EQ ve SQ değerlerinin düşük kalmasına sebep olan sağ beyin gelişimlerinin sağlanamamasıdır.

Ülkemizde EQ, SQ seviyesi yüksek olan normal zekâlı insanlar, EQ seviyesi düşük olan üstün zekâlı insanlardan çok daha fazla başarılı, mutlu ve huzurlu bir hayat sürdürmektedirler.

Halbuki okullarda IQ seviyesinin geliştirilmeyeceğini anlamış olup ergenlik öncesi sağ beyin gelişimine önem vererek EQ ve SQ değerlerini yükseltmiş olsa idik hem ülkemiz, hem ülkemiz eğitimi çok daha farklı yerlerde olmuş olacaktı. Çünkü EQ ve SQ seviyesi yüksek olan üstün zekâlı öğrenciler bu ülkenin kaderini değiştirebilecek doğuştan özel yaratılmış çocuklardır.

Ordu; sol beyin, komutan; sağ beyindir. Yüksek donanımlı ve güçlü de olsa bir ordu, komutansız olarak savaşı kaybetmeye mahkûmdur.

SINAV KAYGISI

Öğrenci derslerde çok başarılı, deneme sınavları ve test çözümlerinde ise üst sıralarda yer alıyor. Ancak yapılan seçme sınavlarında aynı başarıyı gösteremiyor ve dipleri görüyor.

Sonucunda da bu yaşananlar öğrenci ve aileleri üzerinde ağır duygusal çöküşlere sebep olabiliyor. Bu duruma biz psikolojik sorunlar içerisinde kabul ettiğimiz “Sınav Kaygısı” sorunu diyoruz.     Sınavlar esnasında paniğe kapılmaya, bildiği her şeyi unutmaya, yapılan tüm hazırlıkların heba olmasına ve ağır psikolojik travmalara sebep olan sınav kaygısı genetik olarak doğuştan kaynaklanan bir sorun değildir.

Bu sorunun baş mimarı üzülerek söyleyelim ki anne, baba, öğretmen ve sosyal çevredir.   Sınav kaygısı; bilinçaltı kaynaklı vesveselerin sebep olduğu olumsuz davranış zincirleridir. Bu olumsuz davranışlar, ergenlik öncesi bilinçaltından silinmez ise ergenliğe giriş süreciyle birlikte diğer tüm davranışlarla birlikte karaktere dönüşecek ve bireyin ömür boyu vazgeçilmez bir yaşam tarzı haline gelecektir.  

Ergenlik öncesi sınav kaygısı sorunu çözülmeyen her insan, hangi yaşta olursa olsun, hangi sınava girerse girsin bu sorunu yaşamaya devam edecek ve artık onun bir kaderi durumunda olacaktır.   Sınav kaygısı sorunu nasıl oluşur ?   Akademik başarı; sol beyinde, duygular; sağ beyinde gerçekleşir.

Beyin gelişimi sağ beyinden sol beyine doğrudur. Sağ beyin gelişimi 12 yaşına kadar büyük oranda tamamlanır. Sağ beyin geliştikçe sol beyin de yeteneklerini bir bir ortaya çıkarmaya başlayacaktır.   Çocuklar okula başlar başlamaz sol beyin yani akademik başarı derdine düşülmekte ve sağ beynin gelişimi ihmal edilmektedir.

Sağ beyin ne kadar gelişirse sol beynin doğuştan kendisine verildiği düzeyde akademik başarı yeteneği de o denli gelişir. Sağ beyin ne kadar ihmal edilirse, sol beyin de o kadar ihmal edilmiş olur.   Gelişimi yeteri kadar sağlanmayan sağ beyin güçlü bir konumda değildir.

Kendi bölgesinde oluşabilecek olumsuzluklara müdahale edecek bir hakimiyete sahip değildir. Bu durum, bünyesine sinsice yerleşen vesvese virüsü (bilinçaltı olumsuz davranış) ile savaşta onu güçsüz kılacak ve virüslerin esiri haline getirebilecektir.  

Okulllarda özellikle ergenlik öncesi yaşlarda öğretmenin; fazla ödev vermesi, deneme sınavları yaparak öğrencileri başarılı- başarısız ayrımına gitmesi, akademik başarısı yüksek olan öğrencilere özel davranması, sadece akademik başarı gösteren öğrencilere ödül vermesi, akademik başarısı yüksek olan öğrencileri gruplarda fotoğraflarını yayınlayarak övmesi, anne babanın bu durumları görerek başkalarının çocukları İle kendi çocuklarını kıyaslaması ve akademik başarı için çocuklarına yoğun baskı oluşturması gibi benzer her davranış çocukların bilinçaltlarına yerleşen olumsuz davranışlardır.  

Sınavlar, stres oranları yüksek ortamlardır ve bilinçaltı olumsuz davranışların ortaya çıkmak için buldukları en iyi zeminlerdir. Sağ beyin güçlü ise sınavlarda durum kendi kontrolündedir.

Bu olumsuz bilinçaltı davranışlar ortaya çıkmaya çalışsa da sağ beyin bunları bastırıp bertaraf edecek güce sahiptir.   Sağ beyin güçlü değilse, sınav esnasında kontrol kendisinden çıkar ve bir anda bilinçaltı olumsuz davranışların kontrolüne geçer.   Beyin hücreleri, canlı hücrelerdir ve her canlı gibi kendilerini koruma refleksine sahiptirler. Sınav ya da stresi yüksek ortamlarda kendilerine gelecek duygusal ve psikolojik baskıları önce sağ beynin kontrol etmesini beklerler.

Eğer sağ beynin kontrolü kaybettiğini gördükleri an endişe, korku ve kaygıya kapılıp kendilerini koruma pozisyonu alırlar ve şiddetine göre bilgi alış veriş ya da dağıtımını durdururlar. Ta ki sağ beynin kontrolü ele aldığını gördükleri ana kadar.   Sağ beyin, eninde sonunda kontrolü ele alacaktır.

Ancak aldığı o zamana kadar da iş işten geçmiş olacaktır.   Sınavlarda, bırakın öğrendiği bilgileri hatırlamama şöyle dursun, kendi adlarını dahi unutma olaylarının sebebi açıkladığımız durum kaynaklıdır.   O açıdan ergenlik öncesi sağ beyin gelişimi oldukça önemlidir.

Güçlü bir sağ beyin, sınav gibi her türlü stres ortamları İle her yaşta rahatlıkla başa çıkacak bir özgüvene daima sahiptir.  

Tüm anlatılanlar sebepli göstermektedir ki bir insanın kaderi ergenlik öncesi anne, baba, öğretmen ve sosyal çevreye bağlıdır. Ergenlik sonrası ise kaderin değişimi, insanın çabasına göre sadece Hakk’a aittir.  

Doğuştan akademik başarı yeteneği verilen bir çocuğun, ergenlik öncesi kaderini değiştirip sınav kaygısına sebep olmak; rızkına engel olmak, onun kaderini değiştirmek ve en önemlisi de onun büyük bir vebâlini almaktır.  

Sınav kaygısı İle nasıl mücadele edilir ?  

Özellikle ergenlik öncesi bir çocuk; yoğun ödev baskısına maruz bırakılmamalı, her türlü sıralamaya sebep olacak sınav, test ve deneme sınavlarından uzak tutulmalı, başka çocuklarla asla kıyaslanmamalı, duygusal açıdan travma oluşturabilecek her türlü davranışlardan uzak tutulmalı ve en başta söyleyeceğimizi sonda söyleniş olalım “Sağ beyin gelişimleri kesinlikle ihmal edilmemelidir.”   Günümüzde ortaokula kayıtlarda bile seçme sınavlarının olması, çocuklarımızın sınav kaygısından kaçamayacağını net göstermektedir.

O açıdan sınav kaygısı İle en etkin mücadele etme yolunun son söylediğimiz yol olan sağ beyin gelişimi olduğunu da net ifade etmiş olalım.   Çocuklarımızın geleceğini direkt etkileyip, kaderlerini değiştiren bu sınav kaygısı sorununun hiç oluşmamasının bize göre tek reçetesi;   Üniversite seçme sınavına kadar her türlü genel seçme sınavlarının kaldırılması, ilkokul süresinin yeniden 5 yıla çıkarılması, ergenlik çağına kadar tüm not, ders sınavı ve sol beyin ağırlıklı ödevlerin öğrencilerden uzak tutulmasıdır…

Sağ beyin güzel ahlâktır

Sol beyin; din, sağ beyin; güzel ahlâktır. Dinde yapılması gereken görevler olduğunu, taşıdığı miras genler sayesinde uygulayan sol beyindir.

Sağ beyin, sol beyinden çok farklı bir yapıdadır. Her doğan çocuğun sağ beyini sıfır kilometre misalidir. Yapılandırılması, şekillendirilmesi ve eğitilmesinin miras genlerle çok ilgisi yoktur.

Sağ beyni besleyen doğuştan itibaren epifiz bezidir. Epifiz bezinin özellikle salgıladığı dimetiltriptamin hormonu manevi değer ve güzel ahlak gelişimi için önemlidir. Bu sebeple doğuştan her insanın epifiz bezi nohut tanesi büyüklüğündedir. Görevini tamamladıkça küçülmeye başlar ve nihayetinde tamamladığında mercimek tanesi boyutu kadar küçülerek standart büyüklüğünü alır.

Gelişimi sağlanamayan her sağ beyin, vesveselerin sürekli baskısı altında olan sol beyini kontrol edememeye başlar. Ruh, ikinci planda, nefs anarol pozisyonu olan birinci planda yer almaya başlar.

Sağ beyin kontrolü elden kaybedince mirasla taşınan vesvese ya da hastalık yüklü genler fırsatı bulduğu an birbir ortaya çıkmaya başlar.

Şartlanan sol beyin ibadeti bir görev olarak bildiğinden aksatmadan işine devam eder. Ancak sağ beyin ile bağlantısını sağlayan bilinçaltı, bünyesine yerleşmiş vesveselerin sayesinde güçsüz kalan sağ beynin sol beyin ile bağlantısının zayıflamasına ya da tamamen kesilmesine sebep olur. Böylece din kavramı devam eder ancak güzel ahlak kavramı ortadan kalkar.

Genetik hastalıklar da öyledir. Miras yolu İle taşınan ve hücrelere gizlice saklanmış genler ruha bağlı sağ beynin kontrolünü kaybettiği an açığa çıkarlar ve hızlıca sol beynin desteği ile çoğalarak hastalığın vücutta ortaya çıkmasını sağlarlar. Aşırı üzüntü anında kanser ve kalp krizlerinin büyük bölümü bu sebeplerdendir.

Sağ beyin insanın kaderidir. Ergenlik öncesi bu kaderin yazılma görevi insana bırakılmış, ergenlik sonrası ise kaderin tüm kontrolünü Hakk kendisi almıştır.

Ülkemizde sağ beyin kontrolünün % 1 olmasının bir numaralı suçlusu öncelikle aileler, sonra eğitim sistemi ve bu eğitim sistemini daha acımasız hale getiren öğretmenlerdir.

Cehennem ile haber edilen her insanın mahşerde ilk şikayetçi olacağı kişiler; anne baba, eğitim sistemini getirenler ve bunu uygulayan öğretmenler olacaktır.

Dünyadaki müslümanların büyük kısmında islamın olmamasının tek sebebi yukarıda açıkladığımız sebeplerdir.

Ney ve Gizemli Ses

Canlılar ile Allah arasında iletişimi sağlamakla görevli DMT (dimetiltriptamin) kargı kamışında da üst düzeyde bulunur. Ney aleti kargı kamışından yapılmıştır.

Normalde her türlü sesler nefsin kullandığı sol beyinde algılanır. Ancak ney sesinin farklı bir yapısı vardır.

Ney sesi üflendiğinde çıkan 110 Hertz lik sinyal sol beyine ulaştığı an müzik rolüne bürünmeden ses olarak direkt ruhun kullandığı sağ beyine hiç beklemeden direkt geçişi sağlayarak duygusallık ile transa geçişi sağlamaktadır.

Bu sebeple müslüman, katolik, deist, ateist fark etmez her Allah’ın yarattığı insan ney sesinden etkilenir..

O açıdan diyoruz ki bu sesten kendinizi ve ailenizi mahrum bırakmayınız..

Mevlana ve Üzerlik Otu

Hz. Mevlana’nın Mesnevide ki; “Üzerlik tohumu karanlığı örttü ve gerçek göründü” sözü;

Bir çok hadis-i şerifte geçen ve peygamber efendimizin tavsiye etmesinden dolayı sünnet olan üzerlik tohumu Allah’ın yarattığı özel bitkilerden birisidir.

Epifiz bezi her insanın sim kartıdır. Epifiz bezinin salgıladığı kısa adı DMT olan dimetiltraptamin hormonu ise Allah ile kul arasında iletişimi sağlayan adeta sinyaldir.

Bu sinyal zayıflarsa Allah ile iletişim de zayıflar. Sinyalin tamamen kaybolması demek sim kartın bloklanması yani kalbin mühürlenmesi anlamındadır.

Sinyal dediğimiz DMT hormonunun salgılanmasını engelleyen şeytanın vesveseleridir. Sinyalin yani DMT’nin kesilmesi ile insan vücudunun etrafında bulunan nur ışık yani manyetik alan da (auro) zayıflar ve şeytan kaynaklı olumsuz enerji (nazar) insana zarar verir

DMT yani sinyal, kapasitenin üzerinde bir etki alanına ulaşırsa insanın göz ve kulak perdesi iner ya da kalkar. İnsan ölürken, doğarken ve bazı rüyalarda kandaki DMT oranın olağanüstü yükselmesinin açıklaması bu şekildedir.

“Üzerlik tohumu karanlığı örttü ve gerçek göründü” sözü yukarıda bilgiler ışığında göz perdesininin kalkması ve gayb dünyasının görülmesi anlamındadır.

Üzerlik tohumu işte şeytanın vesveselerle kesmeye çalıştığı sinyali (DMT) güçlendiren adeta bir baz istasyonudur.

Üzerlik tohumu; cennetin kapısının kapanmasına engel olur, Şeytanın epifiz bezini yok etmesine ve kalbin mühürlenmesine izin vermez. Bu sayede ruhsal ve bedensel olarak insanın her türlü hastalık ve musibetten korunmasını sağlar.

“Biz Üstünüzde Yedi Yol Yarattık !..”

Hakk, canlı cansız tüm varlıkların etrafını bir tür manyetik alan dediğimiz elektriksel ışıkla kaplayarak onları hem kontrolü hem de hem koruması altına almıştır.

Günümüzde bu koruma kalkanına “auro” denmektedir. Yağmur sonrası nasıl gökkuşağı renkleri ortaya çıkıyorsa insan aurosına ulaşıp yoğun trafik oluşturan manyetik frekans sinyallerinin de renkleri ortaya çıkar. Bu renkler manyetik sinyallerin oluşturduğu enerji renkleridir.

Bu enerjiler insan aurasını aşarak vücudun 7 giriş kapısından giriş yaparak bedene ulaşır. Yine günümüzde bu giriş kapılarına “çakra” denmektedir İnsan vücudunda yedi çakra yani yedi enerji giriş kapısı vardır ve vücuda giriş yeri küçük dışarı doğru uzadıkça genişleyen bir spiral görünümündedir. 

Hakk bu durumu yüce Kuran’ında yer alan Mu’minûn Sûresi: 17. âyetinde şu şekilde belirtmiştir “Andolsun biz üstünüzde yedi yol yarattık. Biz yaratılanlardan habersiz değiliz.” Gözler kapanıp devreden çıktığı an çakralardan geçen manyetik sinyallerin oluşturduğu renkleri üçüncü göz dediğimiz epifiz bezi rahatlıkla görebilmektedir.

Bu renklere genel anlamda bakıldığında; Kırmızı: Bilinçaltı – sol beyin ilişkili olduğunu, Turuncu; Bağırsaklar bünyesinde  elektriksel hücreler eşiğinde hem sağ beyin hem sol beyin ile ilişkili olduğunu, Sarı; Doğrudan sol beyinle bağlantılı olduğunu, Yeşil :

Doğrudan kalp nöronları İle bağlantılı olduğu, Mavi; Doğrudan sağ beyinle ilişkili olduğunu, Mor; Doğrudan epifiz bezi ile bağlantılı olduğunu, Menekşe;Tüm çakraların en üst düzeyde açık olduğunu, Siyah; Vesveselerin çakralara giden enerji sinyallerini engelleme ve kapatma durumu olduğunu, Beyaz; Bilinçaltının sağ beyin tarafından tam kontrol altında olduğunu işaret etmektedir. İnsanlar iki ayrı auroya sahiptir;

* Sol beyin aurosu * Sağ beyin aurosu Sol beyin auro renkleri günümüzde cihazlar tarafından kirlian fotoğrafçılık yöntemi ya da diğer basit yöntemlerle de tespit edilebilmektedir. İnsanın sol beyin aurosu bedeninden 24 cm uzaklıkta bulunan bir manyetik alandır ki Kuran’da 24. Sûre Nur Sûresi’dir. Nurun kelime anlamı; Allah’ın gönderdiği parlaklık ve manevi ışıktır. Genel anlamda auro; Allah’ın canlı cansız tüm varlıkların çevresini bir çeşit ışıkla kaplayarak onları koruma ve kontrol altına aldığı bir nurdur. Bebeklerin ilk doğduğunda auro renkleri beyazdır. Yani Nur ışığı İle kaplı dünyaya gelmişlerdir, Daha sonra auro rengi  sosyal yaşam, aile ve soy mirasları İle farklı renklere yavaş yavaş dönüşmektedir.

Aynı şekilde Hacer-ü’l Esved taşı da ilk cennetten getirildiğinde bembeyaz nurla kaplı iken şu an simsiyah olması da anlattığımıza örnek verilebilir. Her insan sol beyin aurosunu kendisi de görebilir. Bunun için iki yol vardır. Birinci yol; ayna ve telefondur. Aura rengini bulmak için telefonun kamerasını açılıp aynaya doğru çevrilerse ve yaklaştırılarak odaklanılırsa; Birkaç saniye sonra kamera görüntüsünde vücut etrafında belirgin olarak tek bir rengin hakim olduğu görülecektir. İkinci yol; avuç içi hareketlerdir. Avuç içi diğeri avuç içi ile 2-3 dakika orta düzeyde sürtülür ve konsantre olunursa sol beyin auro rengi yine rahatlıkla görülebilecektir. Sağ beyin aurosu özel bir aurodur ve rengi görülemez ya da cihazlarla tespit edilemez.

Sağ beyin aurosu; sol beyin auro kalkanı içinde özel olarak korunan manevî bir auro kalkanıdır. Bu auro rengini sadece göz perdesi olmayan canlılar ve melekler görebilir. Sol beyin aurosu zayıfladığında bu kalkanı aşan büyük şeytan vesvelerinin bu kez hedefi sağ beyin aurosu olacaktır.

Sağ beyin aurosu zayıfladığı an bu vesveseler kalkan içerisine sızarak kalp çakra kaynağını kapatır. Sonucunda da kalp mühürlenir. İnsan aurosunu güçlendiren doğada iki özel bitki vardır. Bunlar kargı kamışı ve üzerlik otu bitkileridir. Bu konu çok özel olduğundan diğer yazımızda ayrıca kapsamlı olarak anlatmaya çalışalım inşallah. Sağlıcakla kalın.

GÖZÜMÜZÜ TOPRAK DOYURUR MU ?..

Hepimiz, günümüz Z kuşağından şikayet ediyor ve sürekli eski zamanın güzelliklerini ağzımızdan bal damlarcasına anlatıyoruz. Bir çocuğun edep ve ahlâkı genetik soylardan gelen bir sıkıntı yoksa ailesinin edep ve ahlâkı kadardır. O zaman Z kuşağı İle ilgili kimse serzenişte bulunmasın ve suçu başkalarına atmasın. O çocukların hamuru da mayası da, piştiği fırın da bizleriz. * Neleri var neleri yok tüm okul eşyalarını hatta kendilerini bile sırtımızda sıralarına kadar taşıdık. Ancak onların yaşadığı hayatın ağır yükü altından nasıl kalkacağını öğretemedik                                                                                                          * Onları havalar hafif soğuduğunda kat kat giydirip zırha büründürdük. Ancak aç, susuz fakirin ayaz soğuklarda nasıl tir tir titrediğini yüreklerinde hissettiremedik. * Onlar bir istedi biz bin aldık. Ancak kanaati, kıymeti ve şükretmeyi öğretemedik * Her canları sıkıldıkça, yaptıkları işleri bırakmalarında onlara göz yumduk ve sabır, âzim duygularını öldürdük. * “Sakın beslenmeni kimseye verme aç kalırsın” dedik. Paylaşma duygularını yerle yeksan ettik. Cimrilik karakterini yerleştirdik. * Anne baba olarak onları hep “şehzade” gördük. “Eve mutsuz geldi” mazereti ile öğretmeni dövmeye kalktık. Şikayet ettik. Böylece onlara kini, nefreti ve kavgayı öğrettik. Sabır ve hoşgörüyü beyinlerinden sildik attık. * Onlara “Hep doğruları söyle” dedik. Ancak biz hep yalan söyledik. Onlara doğruluk ve samimiyeti aşılayamadık. * “Bıçak elini keser. ” dedik dokundurtmadık. Bir iş yaptırmadık. Acı ve zorluğu hissettiremedik. * Onları hep güldürdük. Ağlamalarına fırsat vermedik. Merhamet ve hüznü öğretemedik. * Yemedik, yedirdik. İçmedik içirdik. Zorluk göstermedik. Alın terini ve pişilmeden yanılmayacağını öğretemedik Sözün özü hepsini elbirliği ile kendimiz bu hale getirdik. “Nesiller istendiği gibi değil yetiştirildiği gibi olur.” kuralını unuttuk.  Beyin duyduğunu, işittiğini ya da nasihat sözlerini yapmaz. Beyin, sadece gördüklerini yapar ve uygular. Çünkü dil; sol beyine, gözler; sağ beyine bağlıdır. Sol beyni; nefs, sağ beyni ruh kullanır. Anne baba olarak bizler çocuklarımızın yukarıdaki tüm davranışlarına göz yumduk., yanlışa çanak tuttuk ve çuvaldızı onlara batırdık. Şimdi iğneyi kendimize batıralım ! * Sözde aslan gibi kükrüyor, şair gibi döktürüyoruz ancak icraatta “süt dökmüş kedi gibi” davranıyoruz. * Yazı üzerinde İstanbul’u fethetmiş gibi kahramanlıklar taslıyoruz. Davranışlarda ise savaş misali arkamıza bakmadan kaçıyoruz. * Samimiyeti ve gerçekleri sevmiyoruz. * Yanlış bir insan güçlü ise; onu bir doğrusu ile aklamak için bin takla atıyoruz, * Doğru insanı ise bir yanlışı ile mahkum etmek için fırsat kolluyoruz. * Okumuyor, araştırmıyor, doğru söyleyenleri hep yanlışlar altında eziyoruz. * Allah’a hizmet etmek yerine güçlü ve zengin insanlara hizmet ediyor, onların kulu, kölesi oluyoruz. * Ölümlü olduğumuzu unutuyor ve tövbe hâşâ kendimizi Allah sanıyoruz. * Gözümüzü bir karış toprağın doyuracağını çok iyi biliyoruz ancak bir türlü doymayı bilmiyoruz. * Çocuklarımıza iyi örnek olmayı unutuyor, onları armudun en dibine düşürüyoruz. Ne diyelim !.. Allah, halimizi ve sonumuzu hayreylesin…

Kaynak Linki = https://www.konyapostasi.com.tr/makale/gozumuzu-toprak-doyurur-mu-99852